Kayıt Ol
Şifremi Unuttum
Hiç fark ettin mi, bazen bir videoyu izlerken aslında bir önceki videonun konusunu bile hatırlamıyoruz? Ya da elimiz telefona uzanıyor, neden aldığımızı bile bilmiyoruz. İşte tam da burada başlıyor mesele: dikkat dağınıklığı. Günümüzün görünmez salgını belki de bu. Ve bu hikâyenin merkezinde, çoğu zaman, ekranlar var.
Ekran süresinin uzunluğu artık sadece “göz bozulur” seviyesinde bir mesele değil; zihnimizin nasıl çalıştığını da değiştiriyor. Beynimiz bir uyarandan diğerine hızla geçmeye alışıyor. Sosyal platformlardaki birkaç saniyelik videolar, sonsuz kaydırma, dizilerin “skip intro” düğmesi… Her şey hızlı, kısa, çabuk tüketilir hâlde. Fakat beynimiz bu kadar hıza hazır değil. Çünkü dikkat, aslında yavaş bir şeydir. Odaklanmak, sabırla bir konunun içinde kalmayı gerektirir. Oysa ekranlar bizden hep bir sonraki şeye geçmemizi istiyor.
Bilim insanları artık bu döngünün dikkat becerilerini zayıflattığını söylüyor. Özellikle çocuklarda uzun süreli ekran maruziyeti, beynin “odaklanma merkezleri”nin daha az aktif çalışmasına yol açabiliyor. Ama sadece çocuklar değil; yetişkinlerde de benzer bir etki var. İşe odaklanamama, sürekli bir şeyleri erteleme, sıkılmaya tahammül edememe… Bunların çoğu, ekran başında geçirdiğimiz saatlerin sessiz bir sonucu gibi. Yani, beyin aslında sıkılmaya alışamıyor; çünkü hep uyarılıyor.
Ama bu, “ekran kötüdür” hikâyesi değil. Çünkü ekrandan öğrendiğimiz, bağ kurduğumuz, ilham aldığımız çok şey var. Sorun, dengeyi kaybetmemiz. O dengeyi yeniden bulmak, doğayla yeniden temas kurmakla başlıyor belki de.
Düşünsene; bir ormana giriyorsun. Hiçbir bildirim sesi yok. Sadece kuşların sesini, yaprakların hışırtısını, rüzgârın cildine dokunuşunu hissediyorsun. O an beynin “kurtuluyor”. Çünkü doğada geçirilen zaman, bilimsel olarak kanıtlanmış bir şekilde, dikkat kapasitesini yeniden inşa ediyor. Buna “restoratif dikkat” deniyor: doğa, dikkatin yeniden toparlanmasına yardımcı oluyor.
Bir çocuk çimenlerin arasında oynarken, bir yetişkin deniz kenarında dalgaları izlerken ya da bir yürüyüşte nefesini fark ederken, zihinde bir şey oluyor. Ekranların sürekli uyardığı beyin dalgaları yavaşlıyor, stres hormonu azalıyor, odak yeniden şekilleniyor. Bir anlamda, doğa bizim “reset” düğmemiz gibi.
Ve bunu yapmak için bir orman evine gitmek gerekmiyor. Sabah kahvesini balkonda içmek bile bir fark yaratıyor. Pencereyi açıp gökyüzüne bakmak, bir ağacı izlemek, toprağa basmak, hatta bir çiçeğe dokunmak bile beynin dikkat merkezine bir “ara ver” sinyali gönderiyor.
Ekran süresiyle mücadele etmenin en etkili yolu, onu yasaklamak değil, yerine başka bir yaşam alanı koymak. Çünkü yasaklar, hele çocuklarda, genellikle ters teper. Birlikte ekranı kapatıp doğaya çıkmak, sohbet etmek, bir şeyler üretmek hepsi hem dikkat hem ruh sağlığı için müthiş bir destek.
Evde “ekransız saat” diye bir alan yaratmak güzel bir başlangıç olabilir. Akşam yemeği sırasında telefonun sessize alınması, günün son yarım saatinde mavi ışık yerine loş bir lamba açmak… Basit ama dönüştürücü adımlar.
Bir de şu var: sıkılmaktan korkmamak. Çünkü sıkılmak, yaratıcılığın başladığı yerdir. Çocuğun canı sıkıldığında hemen bir video açmak yerine “ne yapabiliriz?” diye sormak, beynin yeniden üretici bir moda geçmesini sağlar. Kimi zaman bu, sadece pencereye bakmak ya da gökyüzündeki bulutları izlemek kadar basit olabilir.
Uyku düzeni de burada çok belirleyici. Yatmadan önceki son bir saat ekransız olursa, uyku kalitesi artıyor ve ertesi gün dikkat seviyesi fark edilir şekilde yükseliyor. Beyin, gece o “sessizlikte” kendini onarıyor.
Bir sabah yürüyüşü, kahve yerine temiz hava, telefon yerine kuş sesleri... Zihnimiz bunlarla besleniyor aslında. Doğada geçirilen her küçük an, dikkatimizi yeniden toplamak için bir davet gibi.
Kısacası, ekran süresi dikkat dağınıklığını artırabiliyor, ama bu hikâyenin sonu bizim elimizde. Eğer her gün bir parça doğayı içeri alabilirsek bir nefes, bir ağaç, bir rüzgâr, bir yürüyüş kadar bile olsa beynimiz yeniden dengeye geliyor. Çünkü doğa, dikkatin en eski öğretmeni.
Ve belki de dikkat dediğimiz şey, sadece bir beceri değil. Hayatı fark etme biçimi. Gözünü kaldırıp gökyüzüne bakmak, o anın içinde kalmak… Belki de uzun zamandır aradığımız huzur, o küçücük anların içinde saklı.